““Şimdi o bir peygamber mi?” diye sordu. “Evet, Zeyd, o bir peygamber. Ne yaptığını kendi gözlerinle gördün. Sence bir yalancıya benziyor muydu? Kazandı Zeyd. O kazandı. Bir yalancının muzaffer olduğu nerede görülmüş? Böyle bir şey olabilseydi, ben de olurdum. Bir yalancının savaş meydanında ‘Ben peygamberim!’ diye bağırdığı nerede görülmüş? İnsanlar gerçek peygamberleri, gerçekleri, söylüyorken terk edip gittiler. Onun sözleri nasıl bir yalan ki binlerce insan hâlâ onun için ölüme koşuyor. Seni görmeden önce yaralılar arasında geziyordum. Birisi 'Muhammed'i son kez görseydim.’ diyordu. Hangi yalancı bu kadar sevilmiştir? Allah'la konuşmayan birisi ölüm bu kadar yakınken 'Ben peygamberim!’ diye bağırır mı? Elinin altında Arabistan'ın bütün zenginlikleri varken bir dilenci gibi kendi hırkasını kendi elleriyle yamar mı? Hangi yalan? Ne için yalan? Her şeyini feda edip karşılığında hiçbir şey almazken, taşlanmak aşağılanmak, savaşmak pahasına söylenmiş ne tür bir yalan bu?””
— Şair - Rafet Elçi
Koridorda yürürken veya sınıftayken kaçınız omuzlarınıza çöken büyük bir ağırlık hissediyor? Hepiniz mi? Vay canına! Poe, bu konuları 100 yıl önce kaleme aldı. "Usher'ın Evi, sadece bakıma muhtaç döküntü bir kale değildi. Aynı zamanda yaşayan bir varlıktı. O yıl güz mevsiminde sıkıcı, kasvetli ve sessiz günde bulutlar bunaltıcı bir şekilde yere yakın halde havada süzülürken at sırtında tek başıma tuhaf bir şekilde hüzün veren kırsal alanda ilerliyordum. Nihayet akşam karanlığı çöktüğü sırada Usher'ın Evi'nin hüzünlü manzarasıyla karşılaştım. Nasıl göründüğünü biliyordum. Ama yine de binaya ilk baktığımda ruhumu dayanılmaz bir sıkıntı sardı. Malikanenin basit manzarasına, çıplak duvarlarına ve çürümüş ağaçların beyaz gövdelerine baktım. Tam bir ruh buhranı içinde kalbimde bir soğukluk, bir çöküş, bir tiksinti hissettim."
Detachment