Sahneye çıkıp oynadığın müzikalde prömiyer yapma duygusunu özledim
🌾Elde etmek için peşinden umutsuzca koştuğunuzu elde ettiğiniz an,onu kaybetmeye başladığınız an demektir ve siz bunu çok sonra anlarsınız.🌾🌾
Güzel olan her şey güzel kalır,güzel anılır.. ✍️
Mutlu pazarlar.☕️🌾🎶🌺🍫
Happy sunday.☕️🌾🍫🎶
"Var gibiydi ama yoktu..
Orada gibiydi ama değildi..
Yakın gibiydi ama uzaktı..
Canım gibiydi ama yabancıydı..
Gitmez gibiydi, ama çoktan gitmişti.."
“İnsan, düşleri öldüğü gün ölür.”
Bazen nefes alırsın ama gerçekten yaşamıyorsundur ya… İşte tam da onu anlatıyor bu söz. Hani bir şeyler hayal edersin, küçük ya da büyük fark etmez; belki bir yerlerde yaşamak, belki sevdiğin bir işi yapmak, belki sadece mutlu olmak istersin… O düşler seni ayakta tutar aslında. Sabah kalkmana, devam etmene sebep olur.
Ama bir gün gelir, umut etmeyi bırakırsın. “Olmaz zaten” dersin. Kalbinin içindeki o ışık birer birer söner. İşte o zaman gerçek ölüm başlar. Çünkü sadece yaşamak yetmez; içinde bir kıvılcım olmalı, bir heyecan, bir hayal…
O yüzden belki her şey elimizde değil ama düşlerimizi yaşatmak elimizde. Küçücük bile olsa, bir hayalin varsa hâlâ, yaşıyorsun demektir.
Herkesin bir kıyıya ihtiyacı vardır .
Sorgulanmadığı
Yargılanmadığı
Huzuru ve sessizliği bulduğu bir kıyıya...
Çok güzeldik biz aslında.
.Çok güldük,çok gülmek çok ağlamak getirir dediler.
Sustuk.. !
Canımız yandı bizim..Ağladık,ağlamak, ağlamak getirir dediler,sustuk.!
Sonra dönüp baktığımda, biz kaya gibi sertleşmiştik.. Ağlamıyorduk artık, bu yüzden güçlü, olduğumuza karar verdiler.!
Her büyük dalgaya,bir kayanın heybetli gövdesiyle, karşılık veriyorduk..
Onlar karar verdiler,bizim ne olacağımıza.
.Önce güçlü olmamız gerektiğini söylediler, sonra güçlü olduğumuzu..
Bilmiyorlardı belki, kayaların uzun yılların sonunda, bir gün un ufak oluverdiğini....
"Bir gün herkes,,
kaybettiği şeylerin değerini mutlaka anlayacak...
🌼🌸🌼
Bir günün,
Bir gönlün,
Bir ömrün..."
Yaralar
Kabuk bağlar,
Sızılar diner,
Acılar dibe çöker.
Hayatta
Sevinilecek şeyler
Yeniden fark edilir.
Bir yerlerden bulunup
Yeni mutluluklar edinilir.
“Hissiz değiliz, merhametsiz hiç değil. Sadece bu çağa denk gelmenin neticesinde duygularımızı saklar olduk, yeni bir insan tanımanın verdiği yükü taşıyacak takâtimiz yok. Sanki; tek bir hakkımız var da, bir tek O mutluluğu bekliyormuşuz gibi.. Gerisi yorucu, gerisi üzücü, gerisi fani..”
Kimse Kimseyi Tam Unutamıyor.
Tam Affetmiyor,Tam Güvenemiyor,Tam Küsemiyor,Tam Vazgeçemiyor,
Kimse Aslında Tam Değil...!
Ben mi kalbimin suçlusuyum
Ve bir Nazım Hikmet şiiri düğümleniyor boğazımda. “Piraye. Gel sana muhtacım",
diyor şair
‘sana muhtacım’.
Ve bir Özdemir Asaf şiiri yayılıyor geceye. “Günün en güzel saatleri bunlar, yanımda kal”, diyor şair.
'yanımda kal’.
Ve bir Atilla İlhan şiiri dağılıyor içimde.
“Ben sana mecburum”, diyor şair.
'sana mecburum’.
Gözlerimden akıyor, Cahit Sıtkı'nın dizeleri. “Öldük, ölümden bir şey umarak”, diyor şair. Şair öldü.
'ölümden bir şey umarak’
Kalbimi parçalıyor, Cemal Süreya'nın dizeleri. “Oysa ben senin gözlerinsiz edemem, bilirsin”, diyor şair.
'gözlerinsiz edemem’.
Yalnız hissediyorum. Boşluğa itiyor beni, Sabahattin Ali'nin satırları. “Başkalarının oldun mu ? Benimsin diyemediğim”, diyor şair.
'benimsin diyemediğim’...
Bir süredir içimde gittikçe daha da belirginleşen bir duygu var; sanki trajik sınanmalar ve kırılan umutlar dönemindeyim..
Sessiz köşelerde yumuşak ve derin,
Hikayelerin çiçek açtığı ve hayallerin uyuduğu yer
Bir lamba parlıyor, dışarıdaki dünya—
Çok uzaklarda, içinde huzur var.
Kovalanacak kalabalık yok, konuşmaya gerek yok,
Sadece kitaplar, çay ve gizlice gitme zamanı
Tamamen sana ait bir alana-
Kalplerin büyüdüğü sessiz bir dünya.
"Evet, bazen gerçekten hiç kimsemiz
yok gibi gelir…
Sanki dünya susar,
içimizde fırtınalar koparken
kimse fark etmez.
Ama bil ki bu duyguyu yaşayan
sadece sen değilsin.
Yalnızlık bazen bir yük, bazen de bir öğretmendir.
Kendine döner insan o anlarda…
Kendi sesini duyar, kendi gücünü bulur.
Ve belki de en büyük 'kimse'yi orada keşfeder:
Kendini."
Hiç olmadık bir anda karşılaşırız belki seninle. Belki bir şiir'de rastlaşırız.
Ya da bir şair'in dinlemeye korktuğu şarkının sözlerin de buluruz birbirimizi.
Kim bilir, belki bir filmin en acıklı sahnesinde dökeriz yaşlarımızı, beraber izleyemediğimiz...
Belki aynı otobüste yolculuğa çıkarız, birbirimizden haberimiz olmadan.
Sen cam kenarında,
ben canının kenarında bitiririz yolu...
Bilmiyoruz, belki de aynı türkülere kulak verdik,
aynı kaldırımlara bastık,
aynı saatlerde ıslandık.
Ya aynı sokak lambasının altından geçtiysek?
Bilmiyoruz...
Belki de hep aynı acılara ağlamışızdır seninle.
Ama bilmiyoruz işte.
Kim bilir, belki aynı sokak kedisinin başını okşadık,
aynı köpekten korktuk,
aynı kuşun kanatlarına takıldı aklımız,
aynı gökyüzüne uçtu.
Belki hep aynı masal'ın sonunu sevdik,
Aynı saatler de uyuduk,
Aynı saatler de uyandık.
Belki birbirimizi farkı yerler de ama,
hep aynı anlarda bekledik.
Beni öldürmedi ama bir şeyler değişti,
Bir parçam kayboldu, sonsuza kadar yabancı.
Çekip gittim, ama aynı değil,
Gölgeli bir ruh, sessiz bir alev.
O gün kim olduğumun bir parçasını aldı,
Sebepsiz yere beni aramaya bıraktı.
Devam ediyorum ama boşluğu hissediyorum,
Bir zamanlar bütün olan bir kalp, şimdi yok edildi.
Bu beni bitirmedi ama tam değilim—
Ruhumun derinliklerinde bir yankı kaldı.
Buradayım, nefes alıyorum, ama gerçek reddedildi—
O gün bir parçam, sessiz sedasız öldü.
Hiç konuşulmamış bir vedada eşsiz bir acı vardır.
Ayrılmanın kendisi değil, takip eden sessizliktir- cevapsız kalan sorular, çözülmemiş anlar.
Belirsizlikle dolu bu vedalar, bizi olan ve olabilecekler arasında sıkışmış duyguların puslusu içinde bırakır.
İzahın yokluğu kendi acısı olur peşimizden gelen görünmez bir ağırlık.
Yine de bu rahatsızlığın içinde bir davet yatar - sadece yas tutmak için değil, aynı zamanda büyümek için de.
Hayat bize nadiren arzuladığımız kapanışı verir. İnsan kalbi kesinliği, tereddütsüz ilerlememizi sağlayacak temiz sonuçlar için özler.
Sebepler arıyoruz, berraklığın acıyı bir şekilde hafifleteceğini umuyoruz. Ama birisi açıklama yapmadan gittiğinde, anlatım uçları açık kalır ve zihin boşluğu doldurmak için yarışır.
Konuşmaları tekrar oynarız, anıları tekrar inceliyoruz ve durmadan kendimizi sorguluyoruz. Söylediğimiz bir şey mi yoksa söylemediğimiz bir şey mi? Önlenebilir miydi? Her şey daha farklı olabilir miydi?
Ancak gerçek şu ki, hayat her zaman o anda anlaşılmak için değildir. Her hikaye düzenli bir çözümle gelmez. Bazı bölümler aniden bitiyor, bizi belirsizlikle boğuşmaya zorluyor.
Ve bu, anlama ihtiyacımıza ihanet gibi hissettirse de, aynı zamanda derin bir ders barındırır: etrafımızdaki dünya çözümsüz hissetse bile, içimizde barışı geliştirme fırsatı.
Her elveda -konuşulan ya da konuşulmayan- bize öğretecek bir şeyler vardır. İzahı olmayanlar, en acısı da olsa en dönüştürücüdür. Bizi kontrolümüzün sınırlarıyla yüzleşmeye zorluyorlar. Bize sabrı, dayanıklılığı ve zor bırakmayı öğretiyorlar.
Sessizliklerinde, bize kendi kapanışımızı yaratmamız için meydan okuyorlar, aradığımız cevaplarda değil, içimizde keşfettiğimiz güçte şifa bulmak için.
Düşünürler ve filozoflar belirsizlik karşısında anlam bulma fikrini uzun zamandır keşfettiler.
Örneğin Stoics bize başkalarının hareketlerini kontrol edemediğimiz halde onlara tepkimizi kontrol edebileceğimizi hatırlatır. Marcus Aurelius, meditasyonlarında, dış dünyada aramak yerine kendini şimdiki zamana bağlamaktan, huzuru bulmaktan bahseder. Seneca da beklentilerin tehlikesini yansıtır, acılarımızın çoğunun başımıza gelenlerden değil, hayatın olması gerektiğine inandığımız yoldan kaynaklandığını hatırlatır.
Cevapsız vedalar bizi bu iç gözlem alanına zorla sokar. Kontrol yanılsamalarımızı söküp atıyorlar ve bize kapanmanın başkalarından isteyebileceğimiz bir şey olmadığını hatırlatıyorlar. Gerçek kapanış içeriden gelir. Birinin neden terk ettiğini ya da neyin yanlış gitmiş olabileceğini anlamak değil - bu cevaplara olan ihtiyacını serbest bırakmayı öğrenmektir. Geçmişin gölgelerine rağmen, şimdiki zamanda huzur bulmaktır mesele.
Bu süreç kolay değil. Rahatsızlıkla oturmamızı, çözüm tesellisi olmadan acılarımızla yüzleşmemizi gerektiriyor. Affedilmemizi ister -giden için değil, kendimiz için. Değerimizden şüphe duyduğumuz anlar için, değiştiremediklerimizi tekrar oynadığımız zamanlar için affetmek. Bizden şefkati içimize doğru uzatmamızı, değerimizin başkasının kalma ya da gitme seçiminin belirlemediğini kendimize hatırlatmamızı istiyor.
Zamanla anlıyoruz ki bazı hikayelerin yarım kalması gerekir. Dersleri yavaş yavaş gelişiyor, bize güç ve zarafet kapasitemizi öğretiyor. Söylenmemiş bir vedanın sessizliği, acı olduğu kadar da büyüme tuvaline dönüşür. Kapanma fikrimizi yeniden tanımlamaya meydan okuyor - dış bir çözüm olarak değil, iç bir kabul hali olarak.
Yeniden kendimize güvenmeyi öğrendik. Hayatın belirsizliklerinde yön bulma yeteneğimize inanmak. İlişkiler, güzel ve zenginleştirici olsa da, kimliğimizin veya gücümüzün tek kaynağı değildir. Cevaplanmamış bir veda bizi içimize bakmaya, bir zamanlar ihtiyacımız olduğunu düşündüğümüz açıklamalar olmadan bile olduğumuz gibi yeterli olduğumuzu keşfetmeye iter.
Çözülmemiş bir vedanın acısı bir gecede yok olmaz. Yavaş yavaş akıp gidiyor, bize yol boyunca sabır öğretiyor. Ama zamanla, kenarlarının yumuşadığını görüyoruz. Cevaplanmamış sorular aciliyetini yitirir ve sessizlik daha az yara ve daha çok bir alan haline gelir - anlam yaratmayı, direnç geliştirmeyi ve kendi yolculuğumuzu onurlandırmayı seçebileceğimiz bir alan.
Peki bu sessiz sonlardan ne çıkaracağız? Belki de en önemli ders şudur: Bizi kaybettiklerimiz değil, kaybettikten sonra nasıl yükseldiğimiz tanımlar. Cevapsız ilerleyebilme gücü, çözümsüz iyileşme cesareti - bunlar sessiz zaferler, dirençimizin derinliğinin kanıtı.
Kendine bir sor: Kapanış ihtiyacından vazgeçmek ne anlama geliyor? Belirsizlik içinde bile huzur bulma yeteneğine güvenmek neye benzer? Bu soruların cevapları kolay değil, ancak derinden özgürleştirici. Bize kendi şifamızın yazarları, kendi anlamımızın yaratıcısı olduğumuzu hatırlatıyorlar.
Evet bazı vedalar kelimelerin ötesinde acı olabiliyor. Ama aynı zamanda dönüştürücüdürler. Bırakmamız, büyümemiz ve sessizlikte güç bulmak için bize meydan okuyorlar. Ve bunu yaparak, kendi dayanıklılığımızın sessiz güzelliğini ortaya çıkarıyorlar - cevaplanmamış hiçbir sorunun ya da çözümlenmemiş elvedanın asla götüremeyeceği bir güzellik
Yanlışa sürme bizi, yakamoz aya küsmüş, Denizler maviye ve dağlarda kıra küsmüş, Yeşile yaprak, yaprağa yeşil küsmüş, Bu mevsim bana küsmüşte, gönlüme ateş düşmüş…♠️♠️♠️