nefesin kesilene kadar koşup da varamadığın yerlere yürüyerek gidenlerin varlığını öğrenince her şeye kırılıyorsun, herkese.
Duvarlara posterler asılır, yakalara resimler. Sınavlar biter, sonuçlar asılır. Yeri gelir okul asılır. Hıdırellez gelir, gül dalına dilekler asılır. Ülkeler görmüş denizler gezmiş insanlar bilir bunları İNSANLAR ASILMAZ!!!
Bazen bir yerden düşüyormuşum gibi hissediyorum. O anlar beni o kadar etkiliyor ki uykumdan bile bir yerden düşüyormuş gibi birden uyanıyorum. Ama yine de kısa bir süre sonra normale dönüyorum hem de gerçekten kısa bir süre sonra, bunu nasıl başardığıma gelecek olursak düşmemek için sırtımı bir yerlere yaslıyorum daha doğrusu bir şeylere. Mesela bir şarkıya, bir anıya, bir söze, bir şiire, bir kitaba… ama ne olursa olsun sırtımı yaslayacak bir yer illâki buluyorum. Bu günlerde de sırtımı Beethoven’ın şu cümlesine yaslıyorum; “Konuşmanın hiçbir şeye değmediğini hissettiğim anlar oluyor.”
Flaubert’in aşk tanımı:
“Merak. Birine karşı, ansızın, bir merak duymaya başlarsınız, korkunç bir merak. Onu tanımak, onunla doğmak, dünyaya onunla yeniden gelmek tek amacınız haline gelir. Aşka en uzak cümle senden nefret ediyorum değil, bilmek istemiyorumdur.”
Türkçe yazılmış bir şiiri sana çevirircesinden...
Bir gün annemin çığlığıyla bütün şehir uyanacak ama ben uyanmayacağım.
Kusma isteğim, baş ağrılarım, uykusuzluğum, acılarım, hayattan bıkmışlığım geçmiyor. İyiyim, sadece biraz sinir ve stres. Bir şey yok, iyiyim.
Ya biz bir rüyadaysak ve uyandığımızda diğer insanlar bizim öldüğümüzü düşünüyorsa...