Sapyoseksüel💣
-Neye içiyoruz? -Aramızdaki en kıdemli derbedere.
Pandora (detail) Jules Joseph Lefebvre French, 1882 Oil on canvas
“hiç affetmeyeceğim ama hep özleyeceğim.”
Kilometrelerce uzağımdaki birini seviyorum ben. Belki birçok farklı yanımız var fakat buna rağmen tamamlıyoruz birbirimizi, buna rağmen seviyoruz. Çünkü saygı duymayı biliyoruz, birbirimizi olduğumuz gibi sevmeyi biliyoruz. Kusurlarımız varsa bunu örtbas etmek yerine birlikte düzeltmeyi biliyoruz. En önemlisi birbirimizden bir şeyler öğrenebiliyoruz. Bunu yan yana olduğu halde başaramayan insanlar varken biz kilometrelerce uzaktayken yapabiliyoruz. En zor zamanlarımızda yakınımızdaki insanlardan daha çok destek veriyoruz birbirimize. Her gün gördüğümüz insanlarla paylaşamadıklarımızı paylaşıyoruz belki de.. Birbirimizle dalga geçiyoruz, gülüp eğleniyoruz ama bu yüzden küsmüyoruz. Çünkü ikimiz de biliyoruz aslında içimizden neler geçtiğini, ikimiz de biliyoruz diğerimizin kalbinde neler var olduğunu. 685 kilometre uzağız birbirimize. Kimine göre çok, kimine göre az. Ama biz biliyoruz neler hissettiğimizi ya da yaşadığımızı. En ihtiyacımız olduğu zaman sarılamıyoruz mesela. Fakat yine biz biliyoruz aslında bazı şeyleri ne kadar çok istediğimizi.. Belki hiçbir zaman yan yana gelemeyeceğiz, belki hiç sarılamayacağız ve birbirimizi sadece görüntülü aramalarda göreceğiz. Ama biz hep bileceğiz aslında neleri istediğimizi, birbirimizi nasıl sevdiğimizi.. Ve unutmadan Ay ve Güneş aynı gökyüzünde yer alıyor. Tıpkı bizim aynı gökyüzünün altında olmamız gibi..
20 Ağustos onun doğum günü. İyi ki doğmuş , iyi ki var.. İyi ki tanımışım onu ve onun güzel kalbini.
umudun olduğuna inandığın belki de kaybettiğin halde aradığın umudun peşindesin. öyle bir yerdesin, yerin neresi olduğunun pek bir önemi yok. havanında, bulunduğun konumunda önemi yok. baktığın yerin, baktığın yerde aradığın şeyin olmamasında bir önemi kalmamış. çok üzülmüş çok kırılmış çok kızmışsın kendine belki de en çok kendinle kavga etmişsin. oldu bittiye getirmeden bir savaşa girmişsin. savaşının kendinle olduğunu unutmuşcasına. bu savaşı kendini kaybettiğin için açtın. fark etmiyorsun kendin olmayışını. fark etmek istemiyorsun kendini unuttuğunu. biliyorsun.
biliyorsun çünkü kendini hatırlarsan özür dileyip gönlünü alman gereken bir çocukluğunun olduğunu. bir özürle de seninle barışmayacağını biliyorsun.
aslında sen birçok şeyi biliyorsun da bilmezden gelmeyi daha çok seviyorsun. kim sevmez bir yalanı ömür boyu koynunda çocuğu gibi büyütmeyi. en çok sen seversin. seversin çünkü seni de yalandan sevmeler büyütmüştü koynunda. kaç yıllık hayatında tutunmak istediğin her dalın bir avutma bulutundan oluştuğunu fark ettiğinden beri sende çocukluğunda oluk oluk kan fışkıran yarana, bilmem kaç dikişin kapatamayacağı o yaraya küçük bir yara bandı yapıştırıp bak geçti çocuğum diyerek büyümeye ilk adımını atmışsın. adım atmakla birlikte büyümek seni alıp sarıp sarmalamış evlat alınmış bir çocuğa verilen yalandan sevgi gibi.
sana verilen şeyin sevgi olmadığının farkında değilsin. şimdi farkındasın da ne fayda değil mi? ne değişecek ki,büyümek güzel geliyor.
güzel geliyor çünkü büyüyünce üzüldüğün zaman ceketini alıp gecenin bir yarısı sokakları dolaşmak seni korkutmuyor. büyüyünce ağlanmaz. ağlamayacağını bildiğinden, kızınca camı çerçeveyi indirip rahatlayabiliyorsun. sana camı çerçeveyi indirmen için verilen rahatlık şimdi yüreğine parça parça batıyor. yüreğine batan rahatlık bir şeylerin farkına varmanı sağlıyor.
erken büyüyen bir çocuğun kaç yaşına gelince beş yaşındaki haline dönme isteğini bastıramıyor oluşunun farkına vardın.
vardığın noktadan çocukluğuna dönüp baktığında onun orada sana küskün halde durduğunu da görüyorsun. umudunu kaybettiğinden midir ya da hâlâ aradığın umudu nasıl bulabileceğinden dolayı mıdır ciğerlerine nefesin yerine tütün dumanını çekmen.
çektiğin nefes önemini yitirmeden, ceketini alıp çıktığın evde ne eksik diyerekten çocukluğuna gitmeyi de öğrenmelisin. sen büyüdün, kapandığını zannettiğin yara da seninle birlikte büyüdü. bak artık yara bandıyla da tutuşmuyor.
çek al koynundan yalandan avutmaları. eyvallah benden buraya kadar diyerek al omuzuna ceket diye attığın çocukluğunu. dokun, sev onunla birlikte büyümen gereken şekilde büyü. bırak cam çerçeve dökük kalsın.
çocukluğuna, çocuğun gibi sarıl.
Geçmişimin kanlı ellerinin boğazıma yapışmasına izin vermiş, kendi gerçekliğimi kaybetmiştim ama bunu ben doğurmamıştım. Geçmişimde olan hiçbir şeyi kendim istememiş, üzerine kan kokusu sinmiş katil ellerle kendi benliğimi öldürmek istememiştim. Bu geri dönüşü olmayan bir yol muydu bilmiyorum. Hala eski benliğimi getirmem için bir şansım var mı bilmiyorum.
'Ruh' nedir bilmeden 'acısını' öğreniyoruz. Bir kitap okuyoruz ve kendimize hayali dünyalar kurmayı keşfediyoruz. Uzaktan kısık sesle kulağa hoş gelen bir şarkı duyuyoruz sonra da susup dinlemeye alışıyoruz. Yağmurdan kaçan, güneşten saklanan insanlar görüyoruz; yanlış neymiş anlıyoruz. Hastalıklı zihniyetlerin serbestçe dolaştığı sokaklarda özgürce gezemeyen bizler, çaresizliğin kölesi oluyoruz. "Mutluyuz-mutsuzuz, huzurluyuz-huzursuzuz, güvendeyiz-güvensiziz" zıtlıkları fark ettiğimizde yalan söylemeye mecbur bırakılıyoruz. Doğru söylerseniz sorgulanırsınız. Anlatırsanız anlamazlar ama hüküm koyarlar; 'bencilsin', 'nankörsün' diye anlınızın ortasına hiç umursamadan damgayı basarlar. Yaşıyoruz ne de olsa. Böylelikle biz de umursamamayı öğreniyoruz zamanla. Sonra.. sonrası kaderiniz ve sizin iradenizin seçimlerine kalmış.
ne içimdeki sokaklara sığabildim ne de dışardaki dünyaya.